Bu Blogda Ara

Powered By Blogger

13 Mayıs 2017 Cumartesi

Sis ve Gece

SİS VE GECE






Herkese merhaba arkadaşlar, umarım iyisinizdir, ben çok iyiyim...



Okunması gereken kitaplar bölümümüzde bugün Ahmet Ümit'in güzel eseri ''Sis ve Gece''yi inceleyip değerlendireceğiz...

Her fırsatta söylediğim gibi hiçbir eser okunmalı veya okunmamalı diye değerlendirilmemelidir, her esere saygı gösterilmelidir...



Neden ''Sis ve Gece'' ?







Türkiye'de polisiye edebiyat denince ilk akla gelen isim olan Ahmet Ümit'in ''Sis ve Gece'' ilk baskısını 1996 yılında yaptı. O günden bugüne 45 baskı yapan ve polisiye türünün ülkemizde yaygınlaşmasına vesile olan bu roman basit, anlaşılır, bol katmanlı olmamaya özen gösteren, dolayısıyla da okur tarafından kolayca hazmedilen bir kitap...

Kitapları Almanya, Avusturya, Kore ve Yunanistan’da ilgi gören usta yazar Ahmet Ümit’in ‘Masal Masal İçinde’ adlı kitabı Kore’de, ‘Sis ve Gece’ isimli eseri Almanya’da ‘Beyoğlu Rapsodisi’ Yunanistan’da, ‘Kukla’ adlı romanı ise Fransa’da yayımlandı. Ve yazar hakkında, gazetelerde övgü dolu çok sayıda makale yer alıyor...




Daha detaylı olarak konusu bölümünde anlatacağım...









Sis ve Gece ilk olarak 1996 yılında Cem Yayınevi tarafından baskıya girmiştir. Son baskısı ise Everest Yayınları tarafından 2016 yılında yapılmıştır...


Girişte görmüş olduğunuz kapak tasarımı en son baskıya aittir. Girişteki kapak tasarımında puslu ve ıssız bir sokak bulunmaktadır, tam da içeriği gibi. Hemen yukarıda ki kapak tasarımında ise bir boğucu bir mavi ve bir pencere kenarında duran telefon ve aksesuarlar vardır...

Romanın toplam sayfa sayısı 265 sayfadır...





Peki ''Sis ve Gece''nin Konusu Nedir












Arka kapağında şöyle yazıyor; aniden kaybolan genç bir kız: Mine... Âşık olduğu kızı arayan bir mit görevlisi: Sedat. Yasak bir aşk. İstihbarat örgütünün içindeki entrikalar. Askerlerle, sivillerin çatışması... Günümüz İstanbul'undan renkli insan portreleri. Karanlık sokaklarda soluk soluğa bir koşuşturma. Örgüt evlerine düzenlenen baskınlar, yargısız infazlar, kayıtlara geçmemiş ölümler. Kayıtlara geçmemiş ölümlerin parçaladığı yaşamlar... Türkiye'nin yakın geçmişine insani bir bakış...


"Bakışlarımı konağa çeviriyorum. Görenlerde korku ve ürperti uyandıracak bu bina bana hüzün veriyor. Onu daha önce hiç görmemiş olmama karşın aramızda çözümleyemediğim bir bağın varlığını hissediyorum. Bahçedeki çürümüş yapraklara basarak binanın kapısına doğru yürüyorum. Kanatlı demir kapının üstünde, yer yer çatlamış mermer alındaki kabartma dikkatimi çekiyor. Kabartmada ilk seçtiğim bir yıldız oluyor. Yıldızın hemen altında, namluya benzer bir başka şekil var, bunun bir tabanca olduğunu anlamakta gecikmiyorum. Tabanca kabzasının altına bir de yarım ay oyulmuş. En yukarıda yıldız, altında bir tabanca ve kabzasının hemen ucunda bir yarım ay. Bu amblemi bir yerlerden hatırlıyorum ama çıkaramıyorum." 


Roman, MİT’de görevli Sedat isimli baş karakterimizin vurulma anından sonra yaşadığı hayal dünyası ile başlıyor... 

Sedat, evli ve iki küçük kızı olan bir MİT görevlisidir. Aynı zamanda aşık olduğu başka bir kadın daha vardır: Mine. Uzun süre birlikte aşklarınız tadını çıkarmış, fakat sonra aralarına başka bir adam girince Mine'in Sedat'a olan tüm ilgisi silinip gitmiştir.



Romanın ana karakterleri; Sedat, Mine, Fahri, Amca, Cuma, Sinan, Gülizar hemşire'dir...



Her şey, Mine'in ortadan kaybolmasıyla başlar. Mine'nin Sedat'tan sonraki sevgilisi Fahri, eski bir yasa dışı örgüt üyesidir. Fahri, Mine'nin önceki sevgilisinin bir polis olduğunu bilmektedir. Mine'nin kendisini terk etmesini kendine yediremeyerek kızı kaçırıp bir zarar vermiş olabileceğini -belki öldürmüş bile olabileceğini- düşünür. Mine'den sonra kendini de öldüreceğini düşündüğünden 'o beni öldürmeden ben onu öldürmeliyim' mantığıyla hareket eder ve hapisten izne gelmiş olan eski bir arkadaşı ile birlikte Sedat'a bir saldırı planlar. Fahri'in babası eski ve kıdemli bir askerdir. Fahri üye olduğu örgütteki faaliyetlerinden dolayı hapise girdiğinde, bir görüş günü sırasında kendisini ziyarete gelen babası eski askeri Cuma ile karşılaştığında oğlu Fahri'yi Cuma'ya emanet eder. İşte Cuma'ya Fahri'ye planladıkları saldırı sırasında yardım etmesi de bu şekilde olur. Saldırı sırasında Sedat'a bir kurşun isabet eder, Fahri ise Sedat'tan gelen bir kurşunla olay yerinde hayatını kaybeder...


Hastaneden çıkar çıkmaz daha tamamen iyileşmeden Mine'yi aramaya başlayan Sedat, başlarda Fahri'in onu kaçırdığını düşünse de sonraları bu düşüncesinde yanıldığını öğrenecektir. Hem bir istihbaratçı hem de aşık bir adam olarak aramalarını sürdürdüğünden işler onun için kat kat daha zordur, ilerleyen zamanda ise içinden çıkılmaz bir hale gelir. Bir yandan Mine'yi ararken bir yandan da yeni gelen müsteşarın yürüttüğü sorgulamalarla başa çıkmaktadır aynı zamanda...


Arayışları sırasında Sedat, Fahri'nin dosyasında en yakın arkadaşı Sinan'ın da eskiden kendiyle birlikte örgütte olduğunu, beraber hapise girdiklerinde örgüt ile görüş ayrılıklarına düştüklerinden örgütten atıldıklarını öğrenir. Sinan'ın şimdi bir kitapçı dükkanı vardır ve düzenli olarak 'Hurufat' adında bir dergi yayımlamaktadır. Hapiste örgütten atıldıktan sonra kendini tamamen edebiyata vermiştir. Sedat bir yolunu bulup Sinan ile konuşur. Fahri'nin planladığı saldırıda ona yardım edenin Cuma olduğunu da bu konuşma sırasında öğrenir. Sinan'ın öğrendiği bir diğer şey ise Mine'nin hamile olduğudur. Bebek muhtemelen Sedat'tandır. Bu haber onu çok şaşırtır, yeni bir olasılık ile baş başa bırakır: Mine kürtaj sırasında ölmüş olabilirdir. Bu çok çok zayıf bir ihtimal olsa da, araştırmaları sırasında Mine'nin kürtaj için gittiği hastanede kendine yardımcı olan Gülizar Hemşire'nin örgüte yardım eden bir kadın olduğunu, Mine kürtaj sonrası Gülizar Hemşire'nin evine gittiğinde Sedat'ın gözlemci olarak katıldığı bir operasyonda yine kendi tarafından vurulduğunu öğrenir. Evden kaçan iki kişiye rastgele ateş açmış, birini vurmuştur. Vurulan kişi pek bir hasar almamış, hızla olay yerinden kaçmıştır. Demek ki vurulan Mine'dir. Tüm bunları öğrenmesiyle suçluluk duygusu ile boğulan Sedat için her şey daha da karmaşık bir hal almaya başlamıştır. Bu bilgi Sedat'ı çok farklı teorilere götürür. Hem bu soruşturmayı yürütmek, hem suçluluk ve pişmanlık duygularıyla boğuşmak, hem de karısı ve kızları ile ilgilenmek çok zorlaşmaya başlamıştır. Kitabın geri kalanını ise okuyucunun hayal gücüne bırakıyorum. Okuduğunuzda sonu sizi şoka uğratacak...



Baştan sona okuyucuyu heyecan verici ve bitmez tükenmez bir maceraya sokan kitap, her Ahmet Ümit kitabında olduğu gibi şaşırtıcı bir sonla bitiyor. Bu kitapla farklı bir dünyaya gireceksiniz, bittiğinde etkisinden kurtulmanız ise çok zor olacak...



Sis ve Gece kitabı En iyi polisiye romanlar listesinde yer almaktadır.







Bizi instagramdan takip edin 👉  İnstagram.com/birsozyazarim





AHMET ÜMİT

Ahmet Ümit'in bugüne kadar, 13 roman, 5 öykü, 1 şiir, 1 deneme, 3 masal'ı bulunmaktadır...

İlerleyen günlerde diğer güzel polisiye romanlarını da inceleyip sizlere anlatacağım...





AHMET ÜMİT





''Sis ve Gece''den Alıntılar




 ''...Bütün aşklar er ya da geç aynı sonla yüzleşmek zorunda kalmazlar mı?..''
Sis ve Gece - Ahmet Ümit 





"...İnsanın başına her türlü felaket gelebilir" diye ekliyor. "Ama en kötüsü bu felakete kendisinin neden olması..."
Sis ve Gece - Ahmet Ümit 









''...Ömrümün kalan kısmını hiç yakınlık duymadığım biriyle nasıl geçirebilirdim?..''
Sis ve Gece - Ahmet Ümit 






"...Her aşık, sevdiğini kaybetme kaygısını taşır..."
Sis ve Gece - Ahmet Ümit 





''...Ama aşkta eşitlik olmaz ki zaten. Bazen kefelerden biri, bazen de öbürü ağır basar. Aslına bakarsanız genellikle hep aynı kefe ağır basar ya...''
Sis ve Gece - Ahmet Ümit 















AHMET ÜMİT






''Sis ve Gece''ye  Kişisel Yorumum;

  • Romanın dili sade anlaşılırdır, akıcı bir üslup ile yazılmış ve bir polise roman olmasından dolayı olay örgüsü sürükleyicidir...
  • En iyi polisiye romanlar listesinde yer almaktadır...
  • Sedat’ın sorguladığı insanların hayat hikâyelerinin ayrıntılarıyla anlatılması ve bunların ardından bu ayrıntıların aslında konu ile alakasının olmadığının öğrenilmesi, okuyucuyu meraklandırma amacından saparak; sayfa doldurmak için yazılmış diye düşünülmesine ve okuyucunun ilgisinin dağılmasına neden oluyor...
  • Ahmet Ümit, toplumsal düzeni savunan bir insanın serüveninde, bu amansız yabancılaşmayı, yalnızlaşmayı dile getirir...
  • "Sis ve Gece"de, suç ya da cinayet, kurguyu tamamlayan, gerilimi tırmandıran birer dekor ya da motif olarak yer almaz romanda. Suç, insan yazgısı üzerinde trajik sonuçlar doğuran bir öğe olarak boy gösterir...
  • Seçtiği mekânlar ve insan ilişkileriyle İstanbul’un tarihten beri süregelen karmaşık etnik yapısına da işaret eder "Sis ve Gece"...
  • Türkiye kültürünün en özgün renklerinden olan bu insanların son yıllardaki yaşamı trajik bir biçimde aktarılır...
  • Daha çok değerlendirilecek, konuşulacak yönü var ama ben kısaca size ''okuyun'' diyorum...
  • Her edebiyat severin kütüphanesinde bulunması gereken bir eser...
  • OKU👌👌👌



👇
Öneri; Bunu okuyan buna da okuyor. Tıklayınız.












Sosyal medya:

Blog Yazarı Coşkun Soylu;



👉 instagram.com/csknsylu   👈

👉 twitter.com/csknsylu   👈




Diğer yazılarım için;




Devamını Oku »

6 Mayıs 2017 Cumartesi

Veda

VEDA





Herkese merhaba arkadaşlar, umarım iyisinizdir, ben çok iyiyim...


Okunması gereken kitaplar bölümümüzde bugün yine çok güzel bir aşk ve tarih kokan eseri inceleyeceğiz. Bayılıyorum ikisi bir arada olunca hele bir de usta kalemlerden çıkmışsa eser tadından yenmiyor...

Bugün ki inceleyip size anlatacağım eser Ayşe Kulin'in güzel eseri ''VEDA''.

Daha önce Ayşe Kulin'in ''Handan'' romanını da inceleyip değerlendirmiştim eğer hala okumadıysanız buraya tıklayarak okuyabilirsiniz...



Neden ''Veda'' ?




İtilaf Devletleri’nin işgali altındaki İstanbul’da Osmanlı Devleti’nin son maliye nazırlarından Ahmet Reşat Paşa’ın konağında yaşananları anlatır...




Osmanlı İmparatorluğu’nun son demlerini yaşadığı dönemde İstanbullu bir ailenin üzerinden örflerimizi ,adetlerimizi, dönemin aile yapısını,konakta geçen olaylar zinciriyle yeniden hatırlarız.İstanbul halkı işgalde nelerle karşılaşmıştır,milli mücadele nasıl gelişmiştir şahit oluruz.Yıkılmakta olan bir imparatorluk ve yeni bir yapılanma arayışında olan milliciler arasında sıkışan Osmanlı aydınlarının sıkıntılı günlerini okurken biz de yaşarız adeta.Yine aşkın her haliyle tarihimizin dönüm noktasını bize sürükleyici şekilde aktarır Ayşe Kulin.Veda,bir aşka,bir şehre ve bir imparatorluğa vedadır aslında ve he veda gibi yeni başlangıçları da beraberinde getirecektir...


Daha detaylı olarak konusu bölümünde anlatacağım...







Veda, ilk olarak 2007 yılında Everest Yayınları tarafından basılmıştır. Son baskısı yine aynı yayınevi tarafından 2016 yılında basılmıştır...


Romanın ilk baskı kapak tasarımı ise girişte ilk görmüş olduğunuzdur, son baskı ise hemen yukarıda bulunan tasarımdır. İkisi de aynı resim üzerine basılmıştır. Kapakta ki kişi 'Ahmet Reşat'ı temsil etmektedir, düşünceli ve üzgün bir bakışı arka fon da ise işgal altında ki İstanbul bulunmaktadır...

Romanın toplam sayfa sayısı 390'dır...



Peki ''Veda''nın Konusu Nedir ?







Esir Şehirde Bir Konak alt başlığını da taşıyan roman Kulin’in aile hikâyesini üç nesil öncesinden başlayarak yarı kurgusal olarak aktarmaya başladığı üçlemesinin ilk kitabıdır. Yazarın annesine Sitare Hanım ve dedesi Ahmet Reşat Bey’e ithaf ettiği roman, kısmen gerçeklere kısmen kurguya dayanır ve biyografik özellikler taşır. Bu kitabı devamında yazarın 'Umut' adlı romanı izler...


Romanın ana karakterleri; Saraylıhanım, Behice, Ahmet Reşat, Mehpare, Kemal, AzraLeman, Suat, Mahir, Mehpare’nin halası, Hüsnü Efendi


Son Osmanlı Maliye Nazırı Ahmet Reşat Paşa konağında; eşi, iki kızı ve konak çalışanlarıyla birlikte yaşamaktadır. Konağın çatı katında Sarıkamış gazisi yeğeni Kemal hasta olarak kalmaktadır ve bakımıyla da konakta yaşayan Mehpare ilgilenmektedir. Kemal, ülkenin işgalden kurtuluşu için çalışan gizli derneklere yardım eder ve işgalci güçler tarafından arandığı için gizlenmek zorundadır. Sarıkamış’tan döndüğünden beri hasta olan Kemal’in bakımını Mehpare yapar. Mehpare ile Kemal arasında bir aşk doğar ve Mehpare bu ilişkiden hamile kalır...

Dayı Ahmet Reşat Paşa ile yeğen Kemal arasında birinin saltanat, diğerinin milliciler yanında olması nedeniyle bir gerginlik vardır. Ahmet Reşat Paşa’nın Osmanlı kabinesinde Maliye Nazırlığına getirilmesi ile saltanattan yana konumu kesinleşmiştir ama Paşa, Anadolu’daki milli orduya gizliden maddi ve manevi destek sağlar...

İşgal kuvvetlerinin Meclis-i Mebusan’ı dağıtmasından sonra Kemal, Mehpare ile birlikte aile dostları Azra Hanım’ın daha güvenli bir yer olduğu düşünülen konağında saklanır. Azra Hanım’ın konağı, işgal kuvvetlerinin baskınına uğrayınca Kemal ile Mehpare tekrar Ahmet Reşat Paşa’nın konağına kaçmayı başarırlar. Anadolu’daki milli mücadeleye katılmak isteyen Azra Hanım, baskından sonra konağını terk etmek zorunda kalır ve Anadolu’ya geçinceye kadar Ahmet Reşat Efendi’nin konağına yerleşir. Anadolu’ya geçtiğinde Antep dolaylarına gider. Orada bir Fransız subayına gönül verir ama bir işgal askeri olduğu için onunla evlenmeyip aşkını kalbine gömer...

Kemal de artık hastalığından kurtulması için milli mücadelede daha etkin bir görev almak üzere arkadaşı Mahir’in yardımıyla Anadolu’ya geçer ama gitmeden önce dayısından izin alarak Mehpare ile evlenir. Telgraf ağı kurmak görevi ile Eskişehir’e gidişinden bir süre sonra konağa ölüm haberi ulaşır. Milli mücadele, ülkenin işgalden kurtuluşu ile sonlanır, padişah ülkeyi terk eder. Savaşta milli ordunun yanında yer almayanlar Ankara hükümeti tarafından vatan haini ilan edilir. Ahmet Reşat Efendi de vatan haini ilan edilme tehlikesiyle karşılaşır ve kaçmak zorunda kalır. Ahmet Reşat Bey, gitmeden önce konak halkını Mahir’e emanet eder. Mahir, Ahmet Reşat’ın büyük kızı Leman Hanım ile evlenmek için izin ister. Mahir ile Leman’ın nikahı hemen kıyılır ve Ahmet Reşat Bey, bir İtalyan vapuruyla ülkeyi terk eder...

Sabah kimsenin kendisini uğurlamasını istemiyordu. Erkenden Konaktan ayrılacak limana inecek ve kendisi gibi vatanı terk etmek zorunda kalan kader arkadaşlarıyla beraber İtalyan vapuruyla vatanı terk edecekti. Ahmet Reşat hiç içine sindiremediği bu durum karşısında vatanını sevdiklerini geride bırakarak vapurunda kalkışıyla beraber ''Elveda İstanbul! Elveda şehrim!'' diye haykırıyordu...

İlerleyen günlerde Konağa bir mektup yazarak durumunun iyi olduğunu içinde bulunduğu durumu içine sindiremediğini ve en kısa zamanda Romanya da Peşte de buluşabileceklerini Behice’sine yazıyordu. Konaktan da iyi haberler vardı. Kızı Leman’ın da bir kızı olmuştu. Adını Sitare koymuşlardı. Sitare Farsçada yıldız manasına geliyordu. Herkes ve her şey burnun da tütüyordu Ahmet Reşat Efendinin gelecekle ilgili hayır dualar ederek mektubuna son veriyordu...




Bizi instagramdan takip edin 👉  İnstagram.com/birsozyazarim











Ayşe Kulin'in bugüne kadar, 18 roman, 4 öykü, deneme, derleme, biyografi, otobiyografi, araştırma ve çocuk kitabı bulunur...

Daha önce  ''Handan'' adlı eserini incelemiştik,



AYŞE KULİN


''Veda''dan Alıntılar;


''...Uyumak! Uyumak! Uyumak sonsuza kadar! Sonsuza kadar. Beyaz bir kelebek gibi savrularak rüzgarın önünde, yedi kat göğü aşmak... Kar olmak... Beyaz ve sonsuz olmak... Sonsuzluk olmak!..''
Veda - Ayşe Kulin 




''...Sanki bu vatan bir karpuz da her geçen gün elindeki dilimden, ağzının suları akarak, bir parça daha ısırıyor gavur...''
Veda - Ayşe Kulin  




''...Başka çare yoksa ne yapılabilir ki? İnsan hiç olmazsa imkânsızı denemek istemez mi?..''
Veda - Ayşe Kulin  






''...Kar altında uykuya dalmak dünyanın en güzel,en tatlı,en keyifli ölümüydü. Acısız sızısızdı. Sessiz sedasızdı. Kendini uykuya çabuk bırakana,beyaz bir kedi gibi,yumuşacık gelir,incitmeden alırdı canı. Uykuya direnenin karşısına ise gelinliğini giymiş,duvağını takmış,dünya güzeli bir kız suretinde belirirdi bembeyaz ölüm...''
Veda - Ayşe Kulin  






''...Ölüme meydan okumak, hayata asılmaktı. Allah’ın verdiği emaneti Azrail’den sakınmaktı. Bir nefes daha alabilmekti, ciğeri bir kez daha havayla doldurup boşaltabilmekti. Bir kez daha atmasıydı kalbin, kanın damarda bir sefer daha dolanmasıydı, bir an, bir saniye, bir salise daha yeryüzünde kalmaktı onca acıya, ıstıraba, çılgına çeviren soğuğa rağmen...''
Veda - Ayşe Kulin  




AYŞE KULİN




''Veda''ya  Kişisel Yorumum;

  • Roman hakim bakış açısıyla anlatılmıştır, olay örgüsü hem gerçek hem de yazarın betimlemesidir...
  • Anlatımda benzetme, betimleme ve tasvirlerden yararlanılmıştır...
  • Yazar, kurguyu bilir, o sıraya göre romanı yönetir. Ayrıca yazar taraflı bir dildedir. Yani sadece gözlem yapıp aktarmamış, kurguyu hislerini de katarak okuyucuya aktarmıştır...
  • Diyalog, mektup tekniği kullanılmıştır. Bu sayede kişilerin psikolojileri, düşünceleri onların doğrudan ilgili kişi ağzından öğrenilmiş olur. Romanda zaman; 1920 yılının başlarında başlar, 1922’nin sonlarında biter. Son bölümde de Ahmet Reşat Bey’den gelen 1924 tarihli bir mektup vardır. Olayların geçtiği mekanlar, İstanbul, Reşat Bey’in konağı, Azra Hanımların konağı, Beşiktaş, Beyazıt,çiftlik... Ayrıca romanın dili yalın ve akıcıdır...
  • Romanda mekan-psikoloji ilişkisi kurulur. Kişi mekanı psikolojisine göre yorumlar.Örneğin, Kemal, Azra Hanımların evindeyken oraya baskın yapılır. Kemal ise saklanmak için geçide girer. Orası karanlık ve soğuktur. Kemal burada çok  bunalır, orayı mezara benzetir, çünkü ona Sarıkamış günlerini hatırlatır...
  • Romanda olay örgüsü, tek zincir halindedir. İstanbul’un işgali ile başlar, Reşat Bey’in ülkeden gitmesi ile son bulur...
  • Daha çok değerlendirilecek, konuşulacak yönü var ama ben kısaca size ''okuyun'' diyorum...
  • Her edebiyat severin kütüphanesinde bulunması gereken bir eser...
  • OKU👌👌👌



👇
Öneri; Bunu okuyan buna da okuyor. Tıklayınız.












Sosyal medya:

Blog Yazarı Coşkun Soylu;



👉 instagram.com/csknsylu   👈

👉 twitter.com/csknsylu   👈




Diğer yazılarım için;



Devamını Oku »

29 Nisan 2017 Cumartesi

Kırık Hayatlar

Kırık Hayatlar







Herkese merhaba arkadaşlar, umarım iyisinizdir, ben çok iyiyim...


Okunması gereken kitaplar bölümümüzde bugün Halid Ziya Uşaklıgil'in güzel eseri ''Kırık Hayatlar''ı inceleyip değerlendireceğiz...

Daha önce Uşaklıgil'in iki güzel eserini, ''Aşk-ı Memnu'' ve ''Mai ve Siyah''ı incelemiştik onları da okumadıysanız aşağıda ki linklere tıklayarak okuyabilirsiniz..

Aşk-ı Memnu için buraya tıklayınız.

Mai ve Siyah için buraya tıklayınız.


Neden ''Kırık Hayatlar'' ?








Kırık HayatlarHalit Ziya Uşaklıgil'in kaleme aldığı Aşk-ı Memnu ile Mai ve Siyah'tan sonra batılı roman tekniklerine uygun olarak yazdığı bir başka romanıdır...



Kırık Hayatlar, sosyal içerikli bir metindir. Yazar, hikâyelerinde ele aldığı kişilerin aksine, sosyal standartı yüksek, gelir durumu iyi olan üst tabaka insanlarının yaşadıkları bunalım ve çıkmazları realist bir gözlemle ele almaktadır. Rasyonel tutumla sosyal eleştiriyi beraberinde getiren bir yaklaşımla, olaylar zincirini romanın ana kahramanı Ömer Behiç aracılığıyla gözler önüne serer...



Daha detaylı olarak konusu bölümünde anlatacağım...







Kırık Hayatlar ilk olarak 1924 yılında baskıya girmiştir. İlk olarak İnkılap Yayınları tarafından baskıya girmiştir. En son olarak ise Özgür Yayınları tarafından 2016 yılında baskısı yapılmıştır...

Bir çok kez baskıya girmiştir ve genelde sade bir kapak tasarımı bulunur, en son baskısında Uşaklıgin'in kendi fotoğrafı bulunur...

Romanın toplam sayfa sayısı 416 sayfadır...



Peki ''Kırık Hayatlar''ın Konusu Nedir ?








Kırık Hayatlar, Halid Ziya Uşaklıgil’in Servet-i Fünun Edebiyatı döneminde kaleme aldığı son romanıdır. Kırık Hayatlar’da, yazarın, aile kurumunun kutsallığı, yalnızlığın yıpratan acısı karşısındaki alternatif duruşu, evlenme yöntemleri, gelenekler, eş seçiminde aile baskısı, komşuluk ilişkileri vb. konulardaki dikkatlerini görmek mümkündür. İç içe geçmiş çeşitli yaşam hikayelerinin verilişindeki okuru yormayan düzen, eseri başarılı kılmaktadır...


Kitaptaki olaylar Osmanlı’nın son döneminde geçmektedir. Osmanlı’nın son döneminde Türk halkında batıya karşı körü körüne bir özenti oluşur. Batıdan alınması gereken teknoloji, ilim, bilim değilde; bizim yaşantımıza ters düşen kültürü taklit edilir. Özellikle İstanbul’da zengin diye nitelendirilen ve kendilerini halktan daha üstün gören bir gurup, kendilerine batıda yapılan çılgın eğlenceleri örnek alıp, hemen her yerde görgüsüzce eğlenmeye çalışıyorlardı.Bu durum özellikle Türk aile yapısına aykırıydı ve bunun sonucu olarak bu tabakada aile bağları iyice zayıflamış hatta kopmuştu. Çirkeflik başını almış gidiyordu. Eşler birbirine sadık kalmıyor, hatta eşini aldatmak, ailesine bağlı kalmamak bir başarı olarak görülüyordu. Kitap o günün  bu acı tablosunu çok güzel bir şekilde anlatıyor...

Romanın ana karakterleri; Ömer Behiç, Vedide, Andelib, Selma, Leyla, Sabriye aşçı, Sabriye'nin kızı ve Neyyir'dir.


Ömer Behiç, evli, ailesine bağlı iki kız çocuğu babası olan bir tıp doktorudur. Zamanın kibar geçinen, yozlaşmış ailelerinden birinin kızı olan Neyyire, bu doktoru baştan çıkarmıştır. Ailesi ile bu gizli ilişki arasında bocalayan Ömer Behiç, küçük kızının menenjite yakalanarak ölümü sonrasında, bu durumu manevi bir uyarı olarak düşünür ve evine-karısına geri döner...


Ömer Behiç ve Vedide evli iki çocukları olan ,mutlu bir hayat yaşayan bir aile kurmuşlardır. Ömer Behiç İç Hastalıklar Uzmanı bir doktur,dürüst bir çok zorluklarla karşılaşmış zor şartlarda yetişmiş ,acı çekmiş fakat tek isteği diğer insanların acı çekmemesi. Ondaki bu ruh hali onun doktur olmasına vesile olmuştur...


Ömer Behiç daha mutlu bir yuva kurmak için ilk olarak kendi evlerinin olmasını ister ve nihayetinde evlerine sahip olurlar, evi tamamlar, ailesiyle beraber oraya taşınırlar. Evin kapısına da “Ömer Behiç İç Hastalıklar Uzmanı” diye bir tabela tutturur...


Ömer Behiç hekimlik kimliğiyle, yalnız hastalarının acılarıyla inleyen, onları acılar çekmekten kurtarmak için insanlık hayatının üstünde bir acıma ve sevecenlik yaşayışı ile yaşayan bir yaratık olurdu. Onu harap eden toplum hayatı idi. Ne zaman sanatının boş zamanları onu toplum hayatının içine sürüklese, özbenliğinde öteki Ömer Behiç ‘in bütün aşk ve sevdasıyla, kimliğin her gözeneğinde ateşten bir kadın gereksinmesi yanan yaratığın belirip gelişmesini sezinlerdi... 




Ömer Behiç daha sonraları nefsinin hakimiyeti altında ‘Neyyir’ diye genç bir kızla ilişki kurarak Vedide'yi aldatmaya başlar. Fakat aklı her zaman ki gibi Vedide’ydi, suçluluk duygusu içinde. Vedide’sini bir elinde Selma’sıyla öteki elinde Leyla’sıyla, varlığında ululaşmış ve kutsal olan ne varsa onların simgesi demek olan bu kadını –acınıp ağlanılan-öteki kadınlara benzetecek, onu da bir tekmeyle yıkılıvermiş bir dünyanın yıkıntı ve kalıntılarının kenarına devirecekti...


Kara bulutlar ailenin başındadır. Ömer Behiç’in iki kızı vardır. Küçük olan kızlarının eski bir hastalığı tekrar başlar. Çocuk günden güne erir ve doktorlar bir çare bulamazlar. Ömer Behiç’in yasak aşk cephesi de kötü geçmektedir. Neyyir zengin biri ile evlenme hazırlıklarına başlar. Fakat ilişkileri hâlâ sürmektedir. Bu kötü olaylar Ömer Behiç’i harap eder. Neyyir’in etkisi ile ailesini hatta hasta kızını ihmal eder. Karısı ise bu yasak aşktan haberdar olmuştur bile. Aynı evde iki yabancı gibidirler. Küçük kızlar kısa bir süre sonra vefat eder. Vedide iyice kendi iç âlemine dalar. Tüm gün odasına çekilip, namaz kılıp, kur’an okumaya başlar.Bu sırada Neyyir de evlenmiş fakat yasak aşkını hâlâ sürdürmek istemektedir. Ömer Behiç onun her teklifini geri çevirir. Neyyir’in son  mesajında onu son defa olarak görmek istediği yazmaktadır. Ömer Behiç bunu kabul eder. Fakat onu görünce tekrar bu ilişkinin başlamasından da korkmaktadır. Tam Neyyir’in yalısına giderken karar değiştirip kızının mezarına gider. Yaptığı her şeye pişman olur ve mezarın başında saatlerce ağlar. Acele ile evine geri döner. Hızla Vedide’nin odasına dalar. Vedide her zamanki gibi seccadesinin üstündedir. Çok eskiden olduğu gibi başını melek karısının dizlerine koyup ağlamaya başlar. Vedide ilk önce tepki vermez, daha sonra ise sıcak göz yaşları Ömer Behiç’in yüzüne damlamaya başlar. Karı-koca birbirlerine sarılıp ağlamaya başlarlar. Ömer Behiç bir şeyi daha yeni fark eder. Vedide’nin simsiyah olan lüle lüle saçları çoktan ağarmıştır…



Kırık Hayatlar, hem tutku, acı, nefret vb. bireysel duyguları, hem de toplumsal bir kurum olarak aileyi ve toplum yaşamındaki aksaklıkları sorgulayan bir eserdir. Eserin bireysel ve toplumsal düzlemde farklı okumalara olanak veren bu çok yönlülüğü, başlangıçta tek bir ailenin yaşamından yola çıkarak herkesi ilgilendirecek incelikleri bütüncül bir yaklaşımla yakalayıvermesi onu okunmaya değer kılar...






Bizi instagramdan takip edin 👉  İnstagram.com/birsozyazarim












...Halid Ziya Uşaklığil...





Usta kalem Halid Ziya'nın bugüne kadar; 9 roman17 hikaye,1 deneme2 şiir3 hatıra yazısı ve bir çok makalesi vardır. 



Mai ve Siyah'ı okumadıysanız buraya tıklayarak okuyabilirsiniz...



Aşk-ı Memnu'yu okumadıysanız buraya tıklayarak okuyabilirsiniz... 










...Halid Ziya Uşaklıgil...




''Kırık Hayatlar''dan Alıntılar

''...Bundan sonra yaşamak ne demek olduğuna onun getireceği acılarla vakıf olacaksın ve ne yapsan, kendini ne kadar anlatmaya çalışsan icat edeceğin sürurların (sevinçlerin) arasını hep zehirlerle dolmuş göreceksin...''
Kırık Hayatlar - Halid Ziya Uşaklıgil 






''...Ne acayip, ne acı ve iğrenç şeyler dinlemişti!Karısının mücevherlerini satıp fahişelere yediren damatlar, çocuklarını aç bırakıp Galata meyhanelerinde sürten babalar, dışarıda yüz kişinin uşaklığına dayandıktan sonra evinde bir kap yemeğin etrafına zalim bir istibdadın zehirlerini döken kocalar...''
Kırık Hayatlar - Halid Ziya Uşaklıgil  







''...Mademki hayat böyleydi, mademki bu sonuçsuz bir düşten başka bir şey olamazdı, mademki düşler hep böyle kalmaya mahkûmdu; yeniden görmekten, yeniden zehirlenmekten ne çıkacaktı?..''
Kırık Hayatlar - Halid Ziya Uşaklıgil  









 ''...Ve her türlü yoksunlukların, tatsızlıkların; hak edilmemiş saldırılara, aşağılamalara uğramaktan doğan acıların, her düzmece nedenle tanınmayan, aşağılanan sanatlarına ilişkin mutsuzlukların, yorgunlukların biricik giderilme yolu, işte bu sevişmeydi. Bununla mutlu, bununla kıvançlıydılar; bununla her şeye üstün geldiler. Yalnız bir şeye yenik düştüler: Başlarının üstünde gözdağı verircesine duran bir kaza yumruğu, sonunda bir gün bu topluluğun ortasına düştü ve onları çökerterek dağıttı...''
Kırık Hayatlar - Halid Ziya Uşaklıgil  




 ''...Bu, bir aşk mıydı? Neyyir'e düşkünlüğünün «Aşk» adını taşımasına kesinlikle izin vermiyordu. Onun aşkı karışmaydı, yalnız onaydı ve yalnız ona ayrılmıştı. Bu, daha başka bir şeydi; bir hastalık durumuna, bir gün kendiliğinden hastalık ateşleri duruveren bir beden yıkımına daha çok benziyordu...''
Kırık Hayatlar - Halid Ziya Uşaklıgil  












...Halid Ziya Uşaklıgil...






Kırık Hayatlar'a Kişisel Yorumum;

  • Roman sade yazılmış ve olay örgüsü sağlamdır, hakim bakış açısı ile anlatılmıştır...
  • Ana fikri, kendi kültürüne sahip çıkmayan, diğer toplumları körü körüne taklit eden toplumlar yozlaşmaya ve mutsuz yaşamaya mahkûmdurlar...
  • Serveti Fünûn Edebiyatı döneminde kaleme aldığı son romanıdır...
  • Halid Ziya Kırık Hayatları dil ve yapı bakımından değerlendirirken, ondan evvel yazdığı ve edebiyat tarihinde özel bir yere sahip olan Mâi ve Siyah ile Aşkı Memnu romanlarından üstün gördüğünü belirtir...
  • Kırık Hayatlarda Serveti Fünûn edebiyatının süs ve bezek tutkusundan uzaklaşan, dil ve üslubuyla önceki eserlerinden ayrılan yeni bir baş eser ortaya koymak istemiştir...
  • Kırık Hayatları 1944 baskısı için tekrar gözden geçirirken eserin dilinde bazı sadeleştirmeler yapmıştır. Bu tutum onun dil ve üslup anlayışındaki değişimin olduğu kadar yazar hassasiyetinin ve titizliğinin de göstergesidir...
  • Daha çok değerlendirilecek, konuşulacak yönü var ama ben kısaca size ''okuyun'' diyorum...
  • Her edebiyat severin kütüphanesinde bulunması gereken bir eser...
  • OKU👌👌👌





👇
Öneri; Bunu okuyan buna da okuyor. Tıklayınız.












Sosyal medya:

Blog Yazarı Coşkun Soylu;



👉 instagram.com/csknsylu   👈

👉 twitter.com/csknsylu   👈




Diğer yazılarım için;



Devamını Oku »